Osman AKYOL
  27-08-2021 09:20:00

ATEİST FELSEFENİN ÇÖKÜŞÜ VE ALICE HARİKALAR DİYARINDA

Adnan Hocacıların, “ateizm” ve “Darwinizm” eleştirisi özelinde; daha çok doğadaki “akıllı tasarımlar” ve “yaratılış” başta olmak üzere hararetle savundukları görüşlerini ortaya koydukları 2003 yapımı “Ateist Felsefenin Çöküşü” adlı belgesel, basit bir dini belgesel olmanın ötesinde, dindar çevrelerin bilim ve felsefeye hangi gözle baktıklarının tipik bir örneğini oluşturması açısından farklı bir önem arz ediyor…

Belgeselim kritiğine geçmeden önce deşifresini hiçbir değişiklik yapmadan aktarıyorum:

“Ateizm, yani Allah’ın varlığını inkâr düşüncesi, eski çağlardan beri varoldu. Ancak bu fikrin asıl yükselişi, 18. yüzyıl Avrupa’sındaki bazı din karşıtı düşünürlerle başladı. Denis Diderot (1713-1784), Baron d’Holbach (1723-1789) veya David Hume (1711-1776) gibi materyalistler, madde dışında bir varlık âlemi bulunmadığını öne sürdüler. 19. yüzyıla gelindiğinde ateizm daha da yaygınlaşmıştı. [Ludwig] Feuerbach (1804-1872), [Karl] Marx (1818-1883), [Friedrich] Engels (1820-1895), [Friedrich] Nietzsche (1844-1900), [Emile] Durkheim (1858-1917) ya da [Sigmund] Freud (1856-1939) gibi düşünürler, ateist düşünceyi farklı bilim ve felsefe alanlarına uyguladılar.

Ateizme en büyük desteği sağlayan kişi ise, yaratılışı reddeden ve buna karşı evrim teorisini öne süren Charles Darwin (1809-1882) oldu. Darwinizm, ateistlerin asırlardır cevap veremedikleri “canlılar ve insan nasıl var oldu” sorusuna sözde bilimsel bir yanıt öne sürdü. Doğanın içinde, cansız maddeyi canlandıran ve sonrada ondan milyonlarca farklı canlı türü türeten bir mekanizma olduğunu iddia etti ve pek çok kişiyi bu yanılgıya inandırdı.

19. yüzyılın sonlarında, ateistler, kendilerince her şeyi açıkladığını sandıkları bir dünya görüşü oluşturmuşlardı. Evrenin yaratılmış olduğunu inkâr ediyor ve buna karşı, “evren, sonsuzdan beri vardır, başlangıcı yoktur” diyorlardı.

Evrendeki düzen ve dengenin tesadüflerin sonucu oluştuğunu ileri sürüyor, kâinatta hiçbir amaç bulunmadığını iddia ediyorlardı. “Canlıların ve insanın nasıl var olduğu” sorusunun Darwinizm tarafından açıklandığını sanıyorlardı.

Tarih ve sosyolojinin [Karl] Marx ve [Emile] Durkheim, psikolojininse [Sigmund] Freud tarafından ateist temellerde açıklandığını zannediyorlardı. Oysa bu görüşlerin her biri, 20. yüzyıldaki bilimsel, siyasi ve toplumsal gelişmelerle yıkıldı. Astronomiden biyolojiye, psikolojiden toplumsal ahlaka kadar pek çok farklı alanlardaki bulgular, ateizmin tüm varsayımlarını temelinden çökertti.

 Ünlü Amerikalı yazar Patrick Glynn, 1997’de yayınlanan Allah’ın Delilleri, Sekülerizm Sonrası Dünya’da İnanç ve Aklın Uzlaşması isimli kitabında, bu konuda şu yorumu yapar:“Geçen oniki yılın araştırmaları, daha önceki neslin seküler ve ateist düşünürlerin Allah hakkındaki tüm varsayımlarını ve öngörülerini tersine çevirmiştir… Bilim ve inanç arasında geçen bir asırlık büyük tartışmanın ardından, şu anda konumlar tamamen alt-üst olmuş durumda… Günümüzde somut deliller, çok güçlü bir şekilde, Allah inancını desteklemektedir…”

Kozmoloji: Yaratılışın Keşfi

20. yüzyıl biliminin ateizme vurduğu ilk büyük darbe, kozmoloji alanında oldu. “Sonsuzdan beri varolan evren” inancı yıkıldı ve evrenin bir başlangıcı olduğu, bir başka ifadeyle yoktan yaratıldığı bilimsel delillerle ortaya çıktı.

Sonsuzdan beri varolan evren fikri, ilk kez Eski Yunandaki ateist düşünürler tarafından ortaya atılmıştı. Bu düşünceyi yeniçağda ilk kez savunan kişi 18. yüzyılın ünlü Alman düşünürü Immanuel Kant (1724-1804) oldu. Kant, evrenin sonsuzdan beri var olduğunu ve bu sonsuzluk içinde her olasılığın gerçekleşebileceğini, öne sürdü.

19. yüzyıldaysa, “evrenin bir başlangıcı, yani yaratılış anı olmadığı” şeklindeki iddia geniş bir kabul görür hale gelmişti. Oysa bilim çok geçmeden evrenin bir başlangıcı olduğunu kanıtlayacaktı.

Bu kanıt, Big Bang yani Büyük Patlama teorisinden geldi.

Big Bang teorisine bir dizi keşif sonunda varıldı. Amerikalı astronom Edwin Hubble (1889-1953), 1929 yılında evrendeki galaksilerin birbirlerinden sürekli olarak uzaklaştıklarını ve dolayısıyla evrenin genişlemekte olduğunu fark etti. Genişleyen bir evrenin içinde zamanda geri gidildiği takdirde, tüm evrenin tek bir noktadan başladığı sonucu ortaya çıkıyordu. Astronomlar, bu tek noktanın sonsuz bir çekim gücü ve sıfır hacme sahip metafizik bir durum olduğu gerçeğiyle karşılaştılar. Madde ve zaman, bu hacimsiz noktanın dışarıya doğru patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Bir başka deyişle, evren yoktan yaratılmıştı.

Big Bang teorisi, materyalistleri rahatsız etmesine rağmen, somut bilimsel bulgularla desteklenmeye devam etti. Arno Penzias (1933-?) ve Robert Wilson (1936-?) adlı iki bilim adamı, 1960’lı yıllarda yaptıkları gözlemlerle bu patlamanın radyoaktif kalıntılarını tespit ettiler. Aynı gerçek, 1990’larda COBE yani Kozmik Fon Tarayıcısı adlı uydu tarafından belirlenen radyoaktivite göstergeleri tarafından da doğrulandı.

Bu gün bu bilimsel gerçekler karşısında ateistler köşeye sıkışmış durumdadır.

Big Bang’e yönelik ateist tepkinin bir örneği, materyalist bilim dergilerinin en ünlülerinden biri olan Nature’ın editörü John Maddox (1925-2009)’un 1989 yılında yazdığı bir makalede ifade edilmiştir. Maddox, “Down with te Big Bang!” yani “Kahrolsun Big Bang!” başlığıyla yazdığı makalede “Big Bang’in felsefi olarak kabul edilemez” olduğunu, çünkü “Big Bang’le birlikte teologların yaratılış fikrine güçlü bir destek bulduklarını” yazmıştır. Dahası “Big Bang”in gelecekteki on yılı çıkaramayacağı kehanetinde bulunmuştur. Oysa Maddox’un bu umut dolu beklentisine rağmen, Big Bang o günden bu yana çok daha güçlenmiş, evrenin yaradılışını ispatlayan daha pek çok bulgu elde edilmiştir.

Sonuçta modern astronominin ulaştığı gerçek şudur: Madde ve zamanı, her ikisinden de bağımsız olan, sonsuz güç sahibi bir yaratıcı var etmiştir. İçinde yaşadığımız evreni vareden O yaratıcı, tüm âlemlerin rabbi olan yüce Allah’tır.

Fizik ve Astronomi: Rastlantısal Evren Fikrinin Çöküşü

20. yüzyıldaki astronomik buluşların çökerttiği bir diğer ateist doğma ise, “rastlantısal evren” iddiasıdır. Evrendeki maddelerin, gök cisimlerinin, bunları düzenleyen kanunların amaçsızca ve tesadüfen ortaya çıktığı iddiası çok çarpıcı bir biçimde yıkılmıştır.

Bilim adamları evrendeki tüm fiziksel dengelerin insan yaşamı için çok hassas bir biçimde ayarlandığını ilk kez 1970’li yıllarda fark ettiler. Araştırmalar derinleştikçe, evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlarının; yer çekimi, elektromanyetizma gibi temel kuvvetlerin ve elementlerin yapılarının insan yaşamına en uygun şekilde düzenlendikleri bulundu. Bu düzenlemenin birkaç örneğini birlikte inceleyelim.

Evrenin ilk genişleme hızında, yani Big Bang’in patlama şiddetinde olağanüstü derecede hassas bir denge vardır. Bilim adamlarının hesaplarına göre eğer ilk patlama hızı milyar kere milyarda bir bile farklı olsa, o durumda madde, ya tekrar içine çökmüş veya tamamen dağılmış olacaktı. Bir diğer deyişle, daha evrenin ilk anında, milyar kere milyarda birlik bir isabet vardır. Elbette bu bir tesadüf değildir.

Yer çekimi veya elektromanyetizma gibi fiziksel kuvvetler, düzenli bir evren ortaya çıkması ve yaşamın var olabilmesi için tam olmaları gereken değerlerdedir. Bu kuvvetlerdeki çok küçük oynamalar, örneğin milyar kere milyar kere milyar kere milyarda birlik farklar, evrenin sadece bir radyasyondan veya bir hidrojen bulutundan ibaret olmasına sebep olabilirdi. Bu durumda Güneş sistemi, gezegenler ve Dünya’mız da var olmayacaktı.

Evrenin her detayı gibi bizim kendi Güneş sistemimiz de hassas ayarlarla yaratılmıştır. Güneş’in büyüklüğü, Güneş ışınlarının dalga boyu ve Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığı tam insan yaşamı için gereken değerlerdedir. Bu değerlerdeki çok ufak sapmalar bile yeryüzündeki yaşamı bir anda yok edebilir.

Dünya atmosferinin solunum için en ideal gazları içermesi veya Dünya’nın manyetik alanının, yeryüzü şekillerinin tam insan yaşamına uygun biçimde olması da önemli “hassas ayar” örneklerinden sadece birkaçıdır.

Dünyamızın dörtte üçünü kaplayan suyun da insan yaşamına göre ayarlanmış özellikleri vardır. Su, diğer tüm sıvıların aksine üstten donar. Buysa, denizlerin bir buz yığınına dönüşmesini engeller ve yaşamın devamını sağlar. Suyun akışkanlık değeri ya da fiziksel ve kimyasal özellikleri de canlılar için olabilecek en ideal ölçülerdedir.

Burada birkaç özelliğinden söz ettiğimiz bu hassas ayarlar, bilim adamlarını önemli bir sonuca götürmüştür: (Onların deyimiyle) evrende bir “insani ilke” vardır. Yani evrendeki her ayrıntı insan yaşamını gözeten bir amaçla tasarlanmıştır.

İşin ilginç yanı, bu gerçeği ortaya çıkaran bilim adamlarının büyük bölümünün, aslında bu sonuca varmayı pek de istemeyen materyalist kişiler oluşudur. Amerikalı astronom George Greenstein (1940-?), Simbiyotik Evren adlı kitabında bu gerçeği şöyle itiraf eder: “Kanıtları inceledikçe, ısrarla önemli bir gerçekle karşı karşıya geliyoruz; evrenin kökeninde bir doğaüstü Akıl devreye girmiştir. Yoksa bir anda, hiç de o niyeti taşımamamıza rağmen, ilahi bir Varlık’ın var olduğuna dair bilimsel delillerle yüzyüze mi geliyoruz?”

Ünlü moleküler biyolog Michael Denton (1943-?)’sa Doğanın Kaderi: Biyoloji Kanunları Evrendeki Amacı Nasıl Gösteriyor adlı 1998 basımı kitabında şu yorumu yapmaktadır: “20. yüzyıl astronomisinde ortaya çıkan yeni tablo, geçmiş dört yüzyılda bilim çevrelerinde giderek yükselmiş olan varsayıma çok güçlü bir meydan okuma oluşturmaktadır. Bu, yaşamın evrensel tablo içinde tamamen rastlantısal ve önemsiz olduğu varsayımıdır…”

Kısacası, ateizmin bekli de en temel dayanağı olan “rastlantısal evren” kavramı bu gün çökmüş durumdadır.

Bu kavramın bir yanılgı olduğuysa, zaten insanlara ondört asır önce Kuran’da bildirilmiştir. Allah Kuran’da şöyle buyurmuştur:

“Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl (boş) olarak yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır…” (Sad Suresi, 27. Ayet)

Doğa Bilimleri: Bilinçli Tasarımın Zaferi

19. yüzyılda zirveye tırmanan ateizmin en önemli dayanağı, Darwin’in evrim teorisiydi. Darwin, insanın ve diğer tüm canlıların kökeninin bilinçsiz doğa mekanizmaları olduğunu ileri sürdü ve böylece ateistlerin asırlardır açıklayamadıkları bu konuya sahte bir açıklama getirdi. Nitekim devrin ateistleri, Darwin’in teorisini büyük bir sevinçle karşıladılar. Marx ve Engels başta olmak üzere, 19. yüzyılın ateist düşünürleri, bu teoriyi felsefelerinin temeli olarak belirlediler.

Ancak ateizmin bu en büyük dayanağı da 20. yüzyıldaki bilimsel bulgularla yıkıldı. Fosil bilimi, biyokimya, anatomi ve genetik gibi farklı bilim dallarının ortaya koyduğu kanıtlar, evrim teorisini çok farklı yönlerden çürüttü.

Darwin, canlı türlerinin hepsinin tek bir ortak atadan geldiğini, çok uzun zaman içinde küçük ve aşamalı değişimlerle farklılaştıklarını öne sürmüştü. Bu iddianın kanıtlarının da fosillerde, yani canlıların katılaşmış kalıntılarında bulunacağını ummuştu. Ancak 20. yüzyıl boyunca yürütülen fosil araştırmaları bunun tam aksine bir tablo ortaya çıkarmıştır. Darwin’in teorisini kanıtlayacak tek bir “ara tür” fosili dahi bulunamamıştır. Dahası, bilinen tüm temel canlı grupları, fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkmaktadır. Kendilerinden önce herhangi bir “ataları” bulunduğuna dair hiçbir iz yoktur. Örneğin “kambriyen patlaması” olarak bilinen olgu, evrim teorisini yıkmaya yeterlidir. Bu erken jeolojik dönemde, hayvanlar âlemindeki temel kategorilerin tamamına yakını aniden belirmiştir. Vücut yapıları birbirlerinden tamamiyle farklı olan yumuşakçalar, omurgalılar, eklembacaklılar, derisidikenliler gibi çok farklı kategorilerdeki canlılar son derece kompleks organ ve sistemleriyle aniden ortaya çıkmışlardır. Fosil kayıtlarının ortaya koyduğu bu gerçek, evrim teorisini çürütmekte ve yaradılışı kanıtlamaktadır.

Darwin, teorisini ortaya atarken hayvan yetiştiricilerinin farklı köpek veya at cinsleri türetmeleri gibi örneklere dayanmıştı. Bu canlılarda gözlenen değişimi tüm doğaya atfetmiş ve her canlının bu şekilde ortak bir aradan gelmiş olabileceğini savunmuştu. Ancak 19. yüzyılın yetersiz bilim düzeyi içinde ortaya atılan bu iddia da 20. yüzyıldaki bulgularla çürüdü. Farklı hayvan veya bitki türleri üzerinde on yıllar boyu yapılan gözlemler, canlılardaki çeşitlenmenin hiçbir zaman için belirli bir genetik sınırın ötesine geçmediğini gösterdi. Öte yandan genetik deneyler, Neo-Darwinizmin bir “evrim mekanizması” olarak tanımladığı mutasyonların da canlılara hiçbir yeni genetik bilgi eklemediğini, aksine onlara hep zarar verdiğini ortaya koydu. Meyve sinekleri üzerinde yapılan sayısız mutasyon deneyinde hep sakat bireyler ortaya çıktı.

Darwin’in teorisine göre, yeryüzündeki yaşamın cansız maddelerden başlamış olması gerekir. Peki, ileri sürülen bu ilk canlı nasıl ortaya çıkmıştır? Darwin bu konuya değinmemiş, sadece “İlk canlı hücre, küçük, sıcak bir göletin içinde ortaya çıkmış olabilir.” diye yazmıştı. Darwinizmin bu açığını kapatmak niyetiyle konuya eğilen evrimci biyologlarsa, hayal kırıklığına uğradılar. Tüm gözlem ve deneyler, cansız maddenin içinden canlı bir hücrenin doğmasının tek kelimeyle imkânsız olduğunu gösterdi.

20. yüzyılın ikinci yarısında bilim adamları bir şeyi daha keşfettiler: Başta canlı hücresi ve içindeki kompleks organeller olmak üzere, canlılık son derece kompleks tasarımlarla doludur. Hiçbir kameranın kendisiyle boy ölçüşemeyeceği gözlerimiz; kuşların, uçuş teknolojisine ilham kaynağı olan kanatları; canlı hücresinin iç içe geçmiş karmaşık sistemleri veya DNA daki olağanüstü bilgi… Tüm bunlar, açık birer tasarım örneğidir ve canlılığı kör rastlantıların ürünü sayan evrim teorisini çaresiz bırakmaktadır. 

Bu bilimsel gerçekler, 20. yüzyılın sonunda Darwinizmi köşeye sıkıştırmış durumdadır. Bu gün başta ABD olmak üzere pek çok batılı ülkede bilim adamları Darwinizmi reddetmekte ve onun yerine “bilinçli tasarım” teorisini savunmaktadır. Çünkü bilimsel kanıtlar, canlıların tesadüflerle değil, tasarımla ortaya çıktığını göstermektedir.  Kısacası bilim, tüm canlıları Allah’ın yaratmış olduğu gerçeğini bir kez daha tasdik etmektedir.

Psikoloji: Freudizmin Yenilgisi

19. yüzyıldaki ateist dogmanın psikoloji alanındaki temsilcisi, Avusturyalı psikiyatrist Sigmund Freud’du. Freud, ruhun varlığını reddeden ve insanın tüm ruhsal dünyasını cinsel dürtülerle açıklamaya çalışan bir psikoloji teorisi ortaya attı. Freud, buhranların kaynağını açıkladığı iddiasındaydı. Oysa asıl onun teorisi, yeni buhranlar körüklüyordu. İnsanı sadece bencil tutkularını tatmin etmek için yaşayan bir tür hayvan olarak tanımlayan bu öğreti, ahlaki değerleri yozlaştırarak insanları yalnızlık, korku ve depresyona itiyordu. Freud’dan etkilenen sanatçıların tabloları, bu öğretinin karanlık dünyasını tasvir ediyordu. Freud’un en büyük saldırısıysa dine karşıydı. 1927’de yayınlanan Bir İllüzyonun Geleceği adlı kitabında, dini inancın sözde bir tür akıl hastalığı olduğunu ileri sürüyor ve insanlığın ilerlemesiyle birlikte dini inançların tamamen ortadan kalkacağını savunuyordu. Sadece Freud değil, 20. yüzyılın diğer önde gelen psikologları da koyu birer ateistti. Davranışçı ekolün kurucusu Burrhus Skinner (1904-1990) ya da rasyonel-duygusal terapinin kurucusu olan Albert Ellis (1913-2007) bu ateistlerin en ünlüleriydi. Sonuçta psikoloji dünyası ateizmin arka bahçesi haline geldi. 1972 yılında Amerikan Psikoloji Derneği üyeleri arasında yapılan bir araştırmaya göre, ülkedeki psikologların sadece yüzde biri dini inanç sahibiydi.

Ama psikologların çoğunun içine düştüğü bu büyük aldanış, kendi yürüttükleri araştırmaları tarafından çürütüldü. Öncelikle Freud’un teorilerinin hemen hiçbir bilimsel dayanağının olmadığı ortaya çıktı. Dahası, dinin, Freud ve diğer bazı psikoloji teorisyenlerinin iddialarının aksine zihinsel sağlığın çok temel bir öğesi olduğu anlaşıldı.

Amerikalı yazar Patrick Glynn, GOD: The Evidence adlı kitabında bu önemli gelişmeleri şöyle özetler: “20. yüzyılın son çeyreği Freud’un kurduğu psikoanalitik vizyona hiç de uygun davranmadı. Bunun en dikkat çekici yönü ise, Freud’un din hakkındaki görüşlerinin tamamen yanlış çıkmasıydı. Son 25 yılda psikoloji alanında yapılan araştırmalar, dini inancın, Freud’un ve müritlerinin iddia ettiği gibi bir tür nevroz veya nevroz kaynağı olmak bir yana, genel zihinsel sağlık ve mutluluğun en tutarlı öğelerinden biri olduğunu ortaya çıkardı. Üst üste yapılan pek çok araştırma, dini inanç ve ibadetlerle; intihar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, boşanma ve depresyon gibi konulardaki sağlıklı davranışlar arasında güçlü bir ilişki olduğunu gösterdi.”

Bir başka deyişle, ateizm psikoloji alanında da hezimete uğradı.

Ateist İdeolojilerin Çöküşü

Ateizmin 20. yüzyıldaki çöküşü, sadece bilim dallarında değil, aynı zamanda siyaset ve toplumsal ahlak düzeyinde de geçerliydi.

Komünizmin yıkılması, bunun önemli örneklerinden biridir. Komünizm, 19. yüzyıldaki ateist sapmanın en önemli siyasi sonucuydu. İdeolojinin kurucuları olan Marx, Engels, [Vladimir İlyiç] Lenin (1870-1924), [Lev] Troçki (1879-1940) veya Mao [Zedong] (1893-1976), ateizmi en temel prensip olarak benimsediler. Komünist rejimler, ateizmi topluma yaymak ve dini inançları yok etmek istiyorlardı. [Josef] Stalin (1879-1953) Rusya’sı başta olmak üzere, Kızıl Çin, Kamboçya, Arnavutluk ve bazı Doğu Blok’u ülkelerinde başta Müslümanlar olmak üzere, dindarlara karşı büyük baskılar uygulandı. Hatta toplu kıyımlar gerçekleştirildi.

Ama bu kanlı ateist sistem, 1980’lerin sonunda çok şaşırtıcı bir şekilde çöktü. Aslında çöken şey bizzat ateizmdi. Amerikalı yazar Patrick Glynn (GOD: The Evidence adlı kitabında) konuyu şöyle açıklamaktadır: “Tarihçiler komünizmin çöküşüne giden faktörleri detaylı inceledikçe, Sovyet elitinin bir tür ateist ‘inanç krizi’ nin sancıları içinde olduğu açığa çıkmaktadır. Ateist bir ideolojinin etkisinde yaşadıklarından dolayı, Sovyet sisteminin insanları çok köklü bir moral çöküntüsü yaşamıştır. Yönetici sınıf da dâhil olmak üzere, Sovyet halkı her türlü ahlaki duyguyu ve her türlü umudu yitirmiştir.”

Sovyet sisteminin bu büyük inançsızlık krizinin ilginç bir göstergesi, devlet başkanı Mikhail Gorbachev (1931-?)’un yapmaya çalıştığı reformlardı. Gorbaçov başa geldiği günden itibaren, ekonomik reformların yanında ahlaki sorunlarla da ilgilendi. Örneğin ilk olarak alkolizme karşı bir kampanya başlattı. Topluma moral verebilmek için uzun süre eski Marksist-Leninist kavramları kullandı, ancak bunun fayda etmediğini görünce, rejimin son yıllarındaki bazı konuşmalarında Allah’tan söz etmeye dahi başladı, gerçekte bir ateist olmasına rağmen. Ancak kuşkusuz bu samimiyetsiz inanç sözleri fayda etmedi ve Sovyet toplumunun inanç krizi daha da büyüdü. Sonuç, dev Sovyet İmparatorluğu (1917-1991)’nun bir anda çökmesiydi.

20. yüzyılda sadece komünizm değil, 19. yüzyıldaki din aleyhtarı felsefelerin bir diğer meyvesi olan faşizm de yıkıldı. Faşizm, ateizmle putperestliğin sentezi sayılabilecek bir felsefenin ürünüydü. Faşizmin fikir babası sayılan Friedrich Nietzsche, putperestliği övmüş, ilahi dinlere şiddete saldırmış, hatta kendini “deccal” olarak tanımlamıştı. Nietzsche ve Onun felsefesini izleyen Martin Heidegger (1889-1976), Nazi Almanyası (1933-1945)’nın en büyük ilham kaynakları oldular. Bu iki ateist düşünürün şiddeti öven ateist felsefesi, Nazi Almanyasındaki korkunç vahşetleri doğurdu. Birer ateist olan [Adolf] Hitler (1889-1945) ve kurmayları, Almanya’yı bir korku devletine dönüştürdükten sonra tarihin en kanlı savaşını başlattılar. İkinci Dünya Savaşı olarak anılacak bu cinnet, tam 55 milyon insanın hayatına maloldu. Nazilerin savaş sırasında kurdukları toplama kamplarındaysa, Yahudiler, Çingeneler ve Slavlar gibi farklı etnik gruplar veya başta dindarlar olmak üzere, Nazi ideolojisine aykırı düşen insanları katlettiler.

Ateizmin bir diğer toplumsal sonucuysa, 20. yüzyılın ikinci yarısında liberal Batı toplumlarında ortaya çıktı. Hıristiyan ailelerde yetişen Batı gençleri, Darwin, Marx ya da Freud gibi ateist ideologların öğretilerinin etkisiyle dine karşı öfke dolu bir akım geliştirdiler. 60’lı yıllarda ABD ve Batı Avrupa’da hızla gelişen bu akım, “cinsel devrim” kavramını ve bununla birlikte “hippilik” rüyasını doğurdu. Hippiler, sınırsız uyuşturucu ve sınırsız cinsellikle mutluluğu yakalayacaklarını sanıyorlardı. John Lennon (1940-1980)’ın “Dinin Olmadığı Bir Dünya Hayal Et” şarkısıyla sokaklara dökülen bu gençler, aslında kitlesel bir aldanış içindeydiler. Nitekim dinin olmadığı dünya, onlara çok kötü bir son hazırladı. 60’lı yılların hippi önderleri, 70’lerin başlarında birbiri ardına intihar ettiler ya da uyuşturucu komasından öldüler. Karakolların duvarlarına asılan kayıp listelerindeki gençlerin çoğu, uyuşturucu kurbanlarıydı. Aynı kuşağın (68 kuşağı) şiddete başvuran gençleriyse, yine şiddetle karşılık gördüler. Allah’tan ya da dinden yüz çeviren, “devrim” ya da “aşk” gibi kavramların kendilerini kurtaracağını zanneden 68 kuşağının gençleri, hem kendilerini hem de toplumlarını harap ettiler.

Buraya kadar kısaca özetlediğimiz bilgiler, ateizmin kaçınılmaz bir çöküş içinde olduğunu açıkça göstermektedir. Bir diğer ifadeyle insanlık Allah’a yönelmektedir. Bu gerçek sadece burada aktardığımız bilim veya siyaset alanlarıyla sınırlı değildir. Ünlü devlet adamlarından sinema yıldızlarına veya pop sanatçılarına kadar, Batı toplumunun pek çok “kanaat önderi” eskisine göre daha dindardır. Uzun yıllar ateist olarak yaşadıktan sonra, gördüğü gerçekler karşısında Allah’a iman eden, pek çok insan vardır.

Bu nedenledir ki, içinde yaşadığımız dönem, önemli bir dönemdir. Asırlardır insanlara “akıl ve bilimin yolu” gibi gösterilmek istenen ateizmin büyük bir akılsızlık ve cehalet olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Bilimi kendisine araç edinmek isteyen materyalist felsefe, bilimin kendisi tarafından çürütülmektedir. Böyle olması da kaçınılmazdır. Çünkü ateizm, olabilecek en büyük akılsızlıktır. Allah’ı inkâr edenlerin ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduğu, Kuran ayetlerinde şöyle vurgulanır: “Nasıl oluyor da Allah’ı inkâr ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti, sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O’na döndürüleceksiniz. Sizin yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.”

                                                          Ateist Felsefenin Çöküşü Belgeseli (2003)

 

Yukarıda noktasına virgülüne dokunmadan, yorumsuz olarak verdiğimiz belgesel, Bediüzzaman Said Nursi ekolünden gelen Adnan Oktar’ın Harun Yahya müstear adıyla yazdığı eserlerinden faydalanılarak Adnan Oktar’ın müridleri tarafından 2003 yılında hazırlanmış.

İçeriğinden de anlaşılacağı üzere, özgün bir çalışmadan çok, Batılı kaynaklardan direk yapılmış bir çeviri izlenimi verse de, dindar çevrelerin bilim ve felsefeye bakış açılarını göstermesi açısından önemli ve bu yüzden de her kesimin izlemesini salık veririm.

Elbette belgeselde katılmadığımız noktalar olduğu gibi, katıldığımız noktalar da var. Öncelikle Adnan Oktar’a hakkını teslim etmek gerekir: Tanrı’nın varlığının ispatı, evrim teorisinin çürütülmesi, ateizm, Yahudilik ve Masonluk, mehdi ve altın çağ, kıyamet alametleri gibi konularda eline kimse su dökemeyiz.

Adnan Oktar, kimi konularda içine düştüğü kısır döngüye ve hakkında ileri sürülen çeşitli suçlamalara rağmen, bugüne kadar gerçeği arayan bir bilge adam kimliğini hep korudu. Sözünü ettiğimiz kısır döngüyü; kıyametin kopmasına az bir zaman kaldığı -ki bunu kıyamet alametlerinden anlıyoruz- ve kıyamet alametlerinden Deccal’ın Mehdi-İsa işbirliğiyle öldürülmesinden sonra, müjdelenen İslam’ın “altın çağı”nın geleceği inancı/takıntısı şeklinde özetlemek mümkün.

Bu senaryonun mantıksal delillerini yaratmak için Adnan Oktar’ın yapmayacağı şey yok gibidir. Örneğin 80’li yılların ikinci yarısında AIDS virüsünü kıyamet alametlerinden “Dabbetül Arz” olarak ilan etti (Harun Yahya, AIDS Kur’an’da Bahsi Geçen Dabbet-ül Arz mı?, Devlet Yayın ve Dağıtım, İstanbul 1987). O dönemin konjonktürüne uygun olan bu keşfini son zamanlarda revize etse de (Yeni Dabbetül Arz: Bilgisayar) her konjonktürde değişmeyen tek bir gerçek var, o da mehdinin kim olduğu gerçeği: Adnan Oktar. Ancak bu konuda da “Fethullah Gülen” ve “Recep Tayyip Erdoğan” gibi dişli rakipleri olduğunu hatırlatmak isteriz.

Belgeselden edindiğim genel kanı, ateistlerin bir “pislik” olarak algılandığı dindar kesimlerce.

“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi, Ayet: 28)

Oysa dönüp bakılması ve üzerinde düşünülmesi gereken asıl şey ateizm, Darwinizm değil bu sakat zihniyettir. Neredeyse bin dört yüz yıldır dünyayı kana bulayan bu bencil, evrensellikten ve bilimsel etikten uzak, ilkel zihniyet; kendisi gibi düşünmeyen insanlara dünyada cehennemi yaşatmakla kalmamış öteki dünyadaki cenneti bile çok görmüştür.

Belgeselde bir “pislik” gibi gösterilmekten kendini kurtaramayanlardan biri olan sevgili Charles Darwin, “Canlılar nasıl oluştu?” sorusuna yanıt arayan zamanının değerli bir bilim insanıdır.

Bazılarının yaptığı gibi yattığı yerden hazır bilgiyi çalmamış, aksine üretmek için çürük yumurta kokulu, loş laboratuvarlarda ömür çürütmüş alın teri dökmüştür. Ortaya attığı evrim teorisine, 19. yüzyılın kısıtlı imkânlarıyla yaptığı bilimsel deneyler ve gözlemler sonucunda ulaşmıştır.

Bu teoreme karşı olanların yapması gereken tek şey, tıpkı Darwin’in yaptığı gibi, kolları sıvayıp loş laboratuvarlarda evrim teorisini bilimsel yöntemlerle çürütmeye çalışmak olmalıdır.

Sovyet Rusyası’nda çöken şeyin “komünizm” değil, “ateizm” olduğu tespitine aynen katılıyorum ve ekleyecek de bir şeyim de yok.

Keza Karl Marx’ın ortaya attığı komünizm, ekonomik bir modeldir; evrim teorisinin çürümesiyle değil, ekonomistlerin akademik platformda ortaya atacakları karşıt tezlerle çürütülebilir ancak.

Komünizmin aşılmasını, “komünizmin bu ülkenin hayrına olduğuna inanan” biri olarak en başta ben isterim.

Gerçek komünistler, Karl Marx’ın Komünist Parti Manifestosu veya Das Kapital gibi eserlerini solun dayandığı kutsal metinlerimiz olarak değil, sadece “daha iyisi yapılana kadar en iyisi” olarak görürler. Bu eserler için, ekonomi konusunda söylenmiş “son sözler” demek zaten solun amentüsü diyebileceğimiz diyalektik yasasına da aykırıdır.

Karl Marx’ın, Das Kapital isimli kitabının 1. cildini Charles Darwin’e ithaf edip bazı mektuplarında “evrim teorisi, komünizmin doğa bilimlerindeki temelini oluşturuyor” demesini anlayışla karşılamak gerekir. Nasıl ki, teologlar “Big Bang” teorisini yaratılış düşüncesine delil olarak gösteriyorlarsa, Karl Marx da benzeri bir şey yapmıştır.

Belgeselde insanlığın en büyük düşmanı (!) gibi gösterilen komünizm çöktü, ama artı değer sömürüsü ve gelir dağılımı adaletsizliği artarak sürüyor.

Günde sekiz saat çalışma hakkı, sigortalı çalışma hakkı, bir sendikada örgütlenme hakkı, tatil hakkı, emeklilik ikramiyesi, işten çıkarma tazminatı, maaş ikramiyesi; giysi, yakacak, kira ve yol yardımı… Ve daha sayamadığımız, pislik (!) komünizm çöktüğü için şimdi bir bir geri alınan, daha pek çok hak, o beğenmediğiniz “Sakallı Testis”in çaktığı kıvılcımla ateşlenen işçilerin yıllar içinde verdikleri emek mücadelesi sayesinde kazanılmıştır.

Dinsel doğmaları; fizik, kimya ve biyoloji gibi pozitif bilimlerle açıklamaya çalışmak her zaman istenen sonucu vermeyebilir. Bunu ilk fark edenlerden biri de İslam âlimi İmam Gazali’dir.

“Akıl[cılık], insanı küfre götürür.” (İmam Gazali, El-Münkizü Mined-dalal (Dalaletten Hidayete), 1008)

Bilim ve dinin araştırma metotları ve bilgi kaynakları birbirinden tamamen farklıdır ve bu yüzden yarıştırmak doğru değildir. Pozitif bilimler deney ve gözleme dayanırken, dinin bilgi kaynakları ise, “vahiy”, “rivayetler” ve “rüya” gibi sübjektif kaynaklardır.

Bilime görev alanı dışında farklı anlamlar ve görevler yüklemek kanımca yanlış olur. Örneğin, “Tanrı” konusu fiziğin ya da biyolojinin bir konusu olamaz. Ne yani, fizik eline deney tüplerini alsın, laboratuarda Tanrı’yı buharlaştırıp gaz haline getirdikten sonra öz kütlesini mi hesaplasın? “Tanrı” gibi soyut ve dinsel kavramlar, felsefenin ilgi alanına bırakılmalıdır.

“Evrenin merkezinde kim var?” sorusunu yukarıdaki belgesel, “insan” şeklinde yanıtlıyor. Fakat bu da diğerleri gibi acele verilmiş bir cevap gibi sanki… Çünkü Dünya’nın da içinde yer aldığı Güneş sistemi, milyarlarca galaksinin yer aldığı evrende sadece bir nokta kadar yer tutuyor.

Bu kadar büyük bir evrende tek başımıza olduğumuzu söylemek, hatta evrendeki her şeyin bizim hizmetimize verilmiş olduğunu iddia etmek; biz evrenin yaramaz çocuğu insanoğlunun bencilliğinden başka bir şey olmasa gerek.

Evrendeki başka gezegenlerde de yaşam olabileceği gibi, buralarda da bizden daha zeki (ufo/uzaylı benzeri) yaratıklar olabilir.

Daha açık bir ifadeyle: Evrende bizim dışımızda kendi nesnelliği içinde, bekli de bizim algılamayacağımız boyutlarda farklı paralel yaşamlar olabilir.

Belgeselde savunulan, doğa ve içindeki canlı-cansız varlıkların sonsuz bir güç ve akıl sahibi (Tanrı) tarafından bilinçli bir şekilde, tasarlanarak yaratıldığı, fikrine ben de katılıyorum.

Özellikle canlılardaki kulak, göz, akciğer, kanat gibi kompleks organların mutasyonlar gibi çoğunlukla canlıya zarara veren genetik bozukluklara dayalı uzun bir süreç sonunda tesadüfen oluştuğunu iddia etmek tam anlamıyla bir saçmalık gerçekten. Bir hücrenin meydana gelmesi için gereken şartlar, asla rastlantılarla açıklanamayacak kadar fazladır. Hücre çekirdeğinde yer alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülünün içerdiği bilgi eğer kâğıda döküleydi, 500’er sayfadan oluşan 900 ciltlik bir kütüphane oluşurdu. Üstelik DNA’nın tesadüfen oluşması ihtimali matematiksel olarak da neredeyse sıfır. Çünkü DNA yalnızca özelleşmiş proteinlerin (enzimlerin) (mRNA-tRNA) yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin (RNA) sentezi de yine ancak DNA’daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşebilir. Yani bir DNA’nın eşlenebilmesi için her ikisinin (DNA-RNA) de aynı anda var olması gerekir ki, bu da imkânsızdır.

Osman Akyol

27 Temmuz 2021, İstanbul

  Bu yazı 2816 defa okunmuştur.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
PUAN DURUMU
Takım O G M B A Y P AV
1 Galatasaray 30 26 1 3 68 20 81 +48
2 Fenerbahçe 30 25 1 4 79 25 79 +54
3 Trabzonspor 30 15 11 4 51 40 49 +11
4 Beşiktaş 30 14 12 4 40 36 46 +4
5 Kasımpaşa 30 12 11 7 53 55 43 -2
6 Başakşehir FK 30 12 12 6 38 35 42 +3
7 Çaykur Rizespor 30 12 12 6 36 47 42 -11
8 Antalyaspor 30 10 9 11 35 33 41 +2
9 Adana Demirspor 30 9 9 12 46 39 39 +7
10 Alanyaspor 30 9 9 12 38 42 39 -4
11 Sivasspor 30 9 10 11 36 43 38 -7
12 Samsunspor 30 10 14 6 35 41 36 -6
13 Kayserispor 30 10 11 9 36 43 36 -7
14 MKE Ankaragücü 30 7 11 12 36 39 33 -3
15 Hatayspor 30 7 11 12 36 40 33 -4
16 Konyaspor 30 7 11 12 31 42 33 -11
17 Gaziantep FK 30 8 15 7 34 44 31 -10
18 Fatih Karagümrük 30 7 14 9 34 38 30 -4
19 Pendikspor 30 7 15 8 34 61 29 -27
20 İstanbulspor 30 3 20 7 22 55 13 -33
Takım O G M B A Y P AV
1 Eyüpspor 27 21 5 1 64 23 64 +41
2 Göztepe 27 17 5 5 45 15 56 +30
3 Sakaryaspor 27 13 6 8 41 28 47 +13
4 Çorum FK 27 13 8 6 44 28 45 +16
5 Kocaelispor 27 13 8 6 39 31 45 +8
6 Bodrumspor 27 12 7 8 35 19 44 +16
7 Boluspor 27 12 8 7 26 28 43 -2
8 Bandırmaspor 27 11 8 8 37 24 41 +13
9 Gençlerbirliği 27 10 7 10 31 26 40 +5
10 Erzurumspor FK 27 10 7 10 26 21 37 +5
11 Ümraniyespor 27 9 12 6 32 39 33 -7
12 Keçiörengücü 27 8 11 8 24 33 32 -9
13 Manisa FK 27 7 10 10 33 33 31 0
14 Şanlıurfaspor 27 6 12 9 23 30 27 -7
15 Tuzlaspor 27 7 14 6 26 43 27 -17
16 Adanaspor 27 8 16 3 21 40 27 -19
17 Altay 27 5 19 3 12 55 15 -43
18 Giresunspor 27 2 21 4 12 55 7 -43
Takım O G M B A Y P AV
1 Esenler Erokspor 30 21 5 4 67 26 67 +41
2 Bucaspor 1928 30 18 3 9 46 19 63 +27
3 Van Spor FK 30 19 5 6 50 31 63 +19
4 1461 Trabzon FK 30 16 6 8 56 32 56 +24
5 Yeni Mersin İdman Yurdu 30 15 6 9 42 25 54 +17
6 Ankaraspor 31 14 6 11 39 26 53 +13
7 Ankara Demirspor 30 13 12 5 35 32 44 +3
8 Karacabey Belediye Spor 31 11 10 10 32 29 43 +3
9 Beyoğlu Yeniçarşıspor 30 12 13 5 35 31 41 +4
10 Diyarbekir Spor 30 11 12 7 32 30 40 +2
11 Kırklarelispor 31 9 12 10 24 34 37 -10
12 Hes İlaç Afyonspor 30 8 11 11 18 28 35 -10
13 Nazilli Belediyespor 31 10 13 8 35 49 35 -14
14 Altınordu 30 8 12 10 34 31 34 +3
15 Serik Belediyespor 31 8 13 10 25 34 34 -9
16 Zonguldak Kömürspor 30 7 15 8 29 49 26 -20
17 Kırşehir Futbol SK 31 5 20 6 28 61 21 -33
18 Bursaspor 30 5 17 8 22 50 20 -28
19 Adıyaman FK 30 3 22 5 20 52 14 -32
Takım O G M B A Y P AV
1 Aliağa Futbol A.Ş. 24 17 0 7 50 12 58 +38
2 Kepezspor FAŞ 23 18 1 4 47 11 58 +36
3 52 Orduspor FK 24 12 7 5 30 22 41 +8
4 Ayvalıkgücü Belediyespor 23 11 6 6 28 19 39 +9
5 Edirnespor 23 11 8 4 37 22 37 +15
6 İnegöl Kafkas GK 23 9 6 8 24 23 35 +1
7 Mardin 1969 Spor 23 10 9 4 31 26 34 +5
8 K.Çekmece Sinopspor 24 9 9 6 33 25 33 +8
9 Artvin Hopaspor 23 8 8 7 30 22 31 +8
10 Karabük İdmanyurdu Spor 23 9 10 4 21 31 31 -10
11 Talasgücü Belediyespor 24 8 14 2 24 37 26 -13
12 Kırıkkalegücü FK 23 6 12 5 18 29 23 -11
13 Gümüşhanespor 24 4 11 9 18 37 21 -19
14 Malatya Arguvanspor 23 2 17 4 9 40 10 -31
15 Tarsus İdman Yurdu 23 2 18 3 16 60 9 -44
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 02/04/2024 İstanbulspor vs Çaykur Rizespor
 02/04/2024 Antalyaspor vs MKE Ankaragücü
 02/04/2024 Galatasaray vs Hatayspor
 02/04/2024 Gaziantep FK vs Alanyaspor
 03/04/2024 Sivasspor vs Fatih Karagümrük
 03/04/2024 Fenerbahçe vs Adana Demirspor
 03/04/2024 Kayserispor vs Kasımpaşa
 03/04/2024 Konyaspor vs Trabzonspor
 04/04/2024 Başakşehir FK vs Beşiktaş
 04/04/2024 Samsunspor vs Pendikspor
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 02/04/2024 Keçiörengücü vs Çorum FK
 02/04/2024 Şanlıurfaspor vs Sakaryaspor
 02/04/2024 Boluspor vs Gençlerbirliği
 02/04/2024 Manisa FK vs Bodrum FK
 03/04/2024 Tuzlaspor vs Ümraniyespor
 03/04/2024 Adanaspor vs Eyüpspor
 03/04/2024 Altay vs Bandırmaspor
 03/04/2024 Kocaelispor vs Göztepe
 04/04/2024 Erzurumspor FK vs Giresunspor
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 03/04/2024 Diyarbekir Spor vs Nazilli Belediyespor
 03/04/2024 Esenler Erokspor vs Beyoğlu Yeniçarşıspor
 03/04/2024 Hes İlaç Afyonspor vs Altınordu
 03/04/2024 Kırklarelispor vs Bucaspor 1928
 03/04/2024 Kırşehir Futbol SK vs Adıyaman FK
 03/04/2024 Van Spor FK vs Ankaraspor
 03/04/2024 Yeni Mersin İdman Yurdu vs Karacabey Belediye Spor
 03/04/2024 Zonguldak Kömürspor vs Bursaspor
 03/04/2024 1461 Trabzon FK vs Ankara Demirspor
 03/04/2024 Kırklarelispor - Bucaspor 1928 Kırklarelispor ligde evindeki son 5 maçında hiç kaybetmedi  Kırklarelispor yenilmez
 03/04/2024 Diyarbekir Spor - Nazilli Belediyespor Diyarbekir Spor ligdeki son 5 maçında hiç kazanamadı  Nazilli Belediyespor yenilmez
 03/04/2024 Van Spor FK - Ankaraspor Van Spor FK ligde evindeki son 7 maçını kazandı  Van Spor FK kazanır
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 03/04/2024 Artvin Hopaspor vs Edirnespor
 03/04/2024 Ayvalıkgücü Belediyespor vs Gümüşhanespor
 03/04/2024 K.Çekmece Sinopspor vs İnegöl Kafkas GK
 03/04/2024 Malatya Arguvanspor vs Kepezspor FAŞ
 03/04/2024 Mardin 1969 Spor vs Aliağa Futbol A.Ş.
 03/04/2024 Tarsus İdman Yurdu vs Kırıkkalegücü FK
 03/04/2024 52 Orduspor FK vs Karabük İdmanyurdu Spor
 03/04/2024 52 Orduspor FK - Karabük İdmanyurdu Spor 52 Orduspor FK ligde evindeki son 5 maçını kazandı  52 Orduspor FK kazanır
 03/04/2024 Tarsus İdman Yurdu - Kırıkkalegücü FK Kırıkkalegücü FK ligde deplasmandaki son 8 maçında hiç kazanamadı  Tarsus İdman Yurdu yenilmez
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ
Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
ŞANS OYUNLARI
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI