Temel DEMİRER
  22-05-2021 12:50:00

1830'DAN 1871'E -AVRUPA'DA- SINIF SAVAŞLARI

 

TEMEL DEMİRER

 

"Her toplumun günümüze kadarki tarihi,

sınıf mücadelelerinin tarihidir."[2]

 

Toplumsal sınıflar var oldukça tarihin akışına yön veren, verecek olan sınıf mücadelesi sömürenle sömürülen arasındaki amansız savaştır.[3]

Karl Marx'ın, 'Kapital'de net biçimde ortaya koyduğu sınıf mücadelesi bir sınıf diğeri tarafından sömürüldüğü müddetçe gerçekleşen bir şeydir. Yani kişiler bilinçli bir biçimde bir sınıfa ait hissediyor olmasa da sürekli olarak sınıf mücadelesi içerisindedir. Gündelik hayatın kendisi sınıf mücadelesidir.

"Günümüzde sınıf mücadelesi, her zaman olduğundan daha çok, mekânda yaşanır. Doğrusu, soyut mekânın farklılıkları kelimenin tam anlamıyla silerek gezegene yayılmasını tek engelleyen şey sınıf mücadelesidir. Sadece sınıf mücadelesinin farklılaştırıcı bir kapasitesi var"ken;[4] dünya tarihi sınıf mücadelelerinin tarihidir. Tıpkı Karl Marx ile Friedrich Engels'in, 'Komünist Manifesto'da işaret ettikleri üzere...

"Yeni bir sınıf, yeni bir toplumsal gerçekliğin belirmesi"yle,[5] proletaryanın tarihin sahnesine çıkmasıyla 1830-1871 kesitinde yaşananlar birçok şeyi yeniden biçimlendirdi.

Yani Ignazio Silone'nin, "Patron dediğin kendi menfaatine çalışır," notunu düştüğü tabloda; Emma Goldman'ın, "Milyonlarca insanın bir hiçlik gibi, başkalarına servet yığarken, bunun faturasını solgun, donuk ve perişan hâle gelmekle ödeyen etten kemikten makineler olmalarını talep eden şey, özel mülkiyettir," tanımıyla müsemma kapitalist canilik konusunda altını çizerek ekler Friedich Engels:

"Bir insan, bir başkasının ölümüne yol açan bedensel bir zarar verdiği zaman buna adam öldürme diyoruz saldırgan, vereceği zararın öldürücü olduğunu önceden biliyorsa o zaman buna cinayet diyoruz. Ama burjuvazi, yüzlerce proleteri, çok erken yaşta doğal olmayan bir ölümle yani kılıç ya da kurşunla ölüm gibi zorba yollardan ölümle karşı karşıya geleceği bir konuma koyduğu zaman, burjuvazinin o yaptığı bir bireyin yaptığı gibi ve aynı kesinlikle cinayettir."

Evet, evet Friedrich Engels, "Kömür ocağı birçok dehşet verici felaketlerin sahnesidir ve o felaketlerde doğrudan doğruya burjuvazin bencilliğinden ileri gelir," derken ekler Howard Zinn de: "Madenlerde ve başka ağır işlerde çalıştırılarak, kimden yardım isteyeceklerini bilemeden, umutsuz bir biçimde sessizce acı çekerek ölüp gittiler."

Cani kapitalizme karşı hayat(larımız)ı savunmaya denk düşen sınıf mücadelesi, işçi sınıfının sınıfsal bilincinin, savaşının önünü açarken, "Devrimci mücadelenin hedefi; her zaman için sömürünün sona ermesi ve dolayısıyla insanın kurtuluşu olmuştur... Her ideoloji ancak bir özne yoluyla ve özneler için var olabilir... Doğru hem kendisini hem de yanlışı belirtir... Doğru, olgudur ya da doğruluk eylemle meydana çıkar... Sınıfların arasındaki ilişki, üretim araçlarının sınıflar arasındaki dağılımıyla belirlenmiştir... Hükümet egemen sınıfın siyasetini yürütür... Bir ideoloji altında icra edilmeyen sınıf mücadelesi, yani siyasal pratik yoktur," der Louis Althusser...

Ancak "Sınıf mücadelesi günümüzde anlam değişikliğine gitmiş olabilir,"[6] türünden ucuz zırvalar yanında; neo-liberallerin, "sivil toplum"cuların hazzetmedikleri, karşı oldukları ve "demokrasi mücadelesinden ayrı düşünülemez" diyerek gölgeledikleri sınıf mücadelesi "İşçi ölür, emek yaşar!"[7] hakikâtinin kaçınılmazlığıdır.

 

BÜYÜK FOTOĞRAF

 

"Büyük" olarak anılmayı hak eden bir başlangıçtı dünya tarihini derinden etkileyen 1789 Fransız Devrimi... Sonrasındakiler üzerinde müthiş bir etkisi oldu[8] ve XIX. yüzyıl boyunca Paris merkezli devrimler silsilesini tarihin sahnesine çıkarttı.

Mesela Fransa'da gerçekleşen 1830 Temmuz devrimi, 1789'dan beri bir gidip bir gelen aristokrasinin kesin yenilgisini temsil ederken;[9] feodalizmin kesin tasfiyesi, burjuvaziyi Fransa'nın hâkimi yapıp; burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf mücadelesinin en saf hâlini almasına yol açtı.

1830'da liberal bir nitelikle başlayan ve büyük burjuvazinin tam desteğini verdiği Louis-Philippe'in iktidarı, "Taht boş bir koltuktan ibaret değildir," deyişindeki otoriteryanizme evrilirken; 18 yıllık iktidar Şubat 1848'de sonlandı.[10]

Ancak Louis-Philippe iktidarına karşı artan liberal hoşnutsuzluk ve -başta sanayi burjuvazisi olmak üzere- burjuvazinin muhalefette kalan kesimlerinin muhalefeti, tek başına Louis-Philippe iktidarını devirmek için yeterli değildi; bunu yapmak için 1789'da ve 1830'da olduğu gibi, devrimci niteliğe sahip tek sınıf olan halkın da desteği gerekmekteydi. Halkın desteği ise 1789'da ve 1830'da olduğu gibi yine ekonomik sıkıntılarla mümkün olacaktı.[11]

1845'te yaşanan patates hastalığının neden olduğu kıtlık ve yine aynı yıl İngiltere'de patlak veren genel ticaret ve sanayi bunalımı, halktaki bu devrimci niteliği, aynı 1789'da ve 1830'da olduğu gibi yeniden harekete geçirmiş, onu yeniden uyandırmış ve "baldırı çıplaklar"ı yeniden barikatların arkasına geçirmişti.[12]

Ancak iktidarın devrilmesi ve burjuvazinin muhalefette kalan unsurlarının bakanlıkları ele geçirmeleri halkın barikatları kaldırması ve silahlarını bırakması için yeterli olmadı. İnsanlar yeni bir monark değil, iradenin kendisine ait olduğu bir "cumhuriyet" istiyordu. Eğer istediği verilmezse, barikatın arkasındaki halk kendisine ait olduğunu düşündüğü şeyi kendi elleriyle almasını bilecekti. Hôtel de Ville, halkın talebine boyun eğdi ve iki saat içerisinde cumhuriyeti ilan etti.[13] Böylelikle 25 Şubat 1848'de Fransa'da ikinci cumhuriyet dönemi başlamış oldu.

Cumhuriyetin ilanından sonra kurucu hükümet ve meclis, genel oy hakkını onaylayan bir anayasayı kabul etti. Böylece Fransa'daki seçmen sayısı 240.000'den 9.000.000'a çıktı;[14] egemenlik bu şekilde Fransa'da çoğunluğu oluşturan köylülere geçiyordu. Ancak kurulan sistem, kasıtlı ya da kasıtsız biçimde, yeniden diktatörlüğe evrilmeye mâhkum olarak inşa edilmişti.[15]

Anayasa, meclis ile cumhurbaşkanı arasında bir çatışma yaşandığında, cumhurbaşkanına üstün çıkabilmesi için yasal bir yol tanımayarak tüm zor yetkilerini verdiği adamı, tek çare olarak, anayasayı feshetmek zorunda bırakıyordu.

Anayasa'nın, 4 Kasım 1848'de yürürlüğe girmesi Fransa tarihinde yeni ve kısa bir dönemi başlattı. Ancak anayasadan da önce, Fransa'da XIX. yüzyıl devrim tarihini etkileyecek bir olay daha yaşamıştı: Haziran ayaklanması.

Karl Marx'ın, "İşçilerin artık başka çareleri yoktu: ya açlıktan ölmeleri ya da savaşa girmeleri gerekiyordu. 22 Haziran günü, korkunç bir ayaklanmayla karşılık verdiler buna, bu ayaklanmada, modern toplumu ikiye bölen iki sınıf arasında ilk büyük çarpışma denildi. Bu, burjuva düzenin sürdürülmesi ya da ortadan kaldırılması için kavgaydı. Cumhuriyeti gizleyen perde yırtılıyordu,"[16] betimlemesindeki üzere proletarya ile diğer sınıfların yolları ayrılıyordu.[17]

"İş ve ekmek" sloganlarıyla ayaklanan işçiler, Paris'in dört bir yanında barikatlar kurarken, hükümet ise sıkıyönetim ilan etti ve savaş bakanı general Cavaignac'a diktatörvari yetkiler verdi. 23-26 Haziran boyunca süren çatışmalar neticesindeyse 5.000 kadar kişi öldürülmüş, 11.000 isyancı ise sömürgelere sürgüne gönderilmişti.

Haziran ayaklanması, iktisat tarihi ve sınıf mücadeleleri bakımından fazlasıyla önemli bir konuma sahiptir. Nitekim bu önem, dönemin literatürüne de yansımıştır. Alexis de Tocqueville, Haziran Ayaklanması'nı şöyle betimler:

"En büyüğü, çünkü sadece dört gün içerisinde yüz bin insan karşı karşıya geldi ve beş general öldürüldü. En ilginci, çünkü isyancıların savaş naraları, bayrakları veya komutanları yoktu ve buna rağmen yaşlı subayları şaşırtacak derecede bilgili ve düzenli savaştılar."

Haziran ayaklanmasında, garip bir şekilde çıkarları proletarya ile aynı olan küçük burjuvazi de proletaryaya karşı savaşmıştı. Ayaklanma, büyük ölçüde Paris proletaryasından ve köylülerden oluşturulan ulusal muhafızlar ile bastırılmıştı. Karl Marx'a göre bunların hepsi gerekli olan bir şeydi. Çünkü Şubat'ta kurulan cumhuriyet proletaryanın burjuvaziye korku saldığı bir cumhuriyetti ve tam anlamıyla burjuva niteliğe sahip değildi. Ancak Haziran Ayaklanması'nın bastırılması, proletaryayı ezmek suretiyle ikinci cumhuriyeti tam manasıyla bir "burjuva cumhuriyeti"ne dönüştürdü.[18]

Yani ayaklanmanın bastırılması, ezilen sınıftaki sınıf bilincini arttıracak ve daha sonradan yaşanacak olan ayaklanmaların gücünü arttıracaktı. Karl Marx'ın deyimiyle; devrim ölmüştü, ama bu ölüm ileride onun daha güçlü yaşamasına vesile olacaktı: "Devrim oldu, yaşasın devrim!"[19]

Akabinde Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i ve ikinci imparatorluk dönemi devreye girdi. Louis Bonaparte'in iktidara gelişi, tam da söz konusu ezilmenin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Getirilen yeni seçim sistemi, ülkenin çoğunluğunu oluşturan köylülere ülkenin geleceğini belirleme imkânı tanımıştı. Devlet borçlarını kapamak için köylülere konan 45 santimlik vergi, çalışma saatini 10 saate indiren yasanın kaldırılması, borçluların hapsedilmesini yasaklayan yasanın kaldırılması ve okuma yazma bilmeyenlerin mahkemelere jüri üyesi olma haklarının kaldırılması, Fransız küçük burjuvazisi ve köylüsü için bardağı taşıran sayısız damlalardan sadece birkaç tanesiydi.[20]

Fransızlar tüm bu yapılanlara cevabını 10 Aralık 1848'de yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde verecek ve burjuvazinin adayı olan general Cavaignac'a karşı oyların yüzde 74.3'unu Napoléon Bonaparte'in yeğeni olan Louis Napoléon'a vererek, burjuvazinin yaşama erkine karşı koyması için ona yürütme erkinin yetkilerini altın tepside sunacaktı. Bu tarihten sonra ise Fransa'daki sınıf mücadelesi farklı bir evreye girecekti. Zira Napoléon'un denkleme dâhil olmasıyla aristokrasi, sınıf mücadelelerine yeniden burnunu sokuyordu. Artık Fransa'da sınıf mücadeleleri daha farklı bir hâle doğru evrilmeye başlamıştı. Artık sahada burjuvanın egemen olduğu bir yasama meclisi, öbür tarafta ise amcasının mirasına konmak üzere olan ve her türlü zor yetkisine sahip olan Louis Napoléon vardı.

Louis Napoléon'un 10 Aralık 1848'de başlayan cumhurbaşkanlığı 2 Aralık 1851'de yapacağı darbeye kadar geçen sürede Fransa'da hâkim olan çekişme Louis Bonaparte-burjuva çekişmesiydi.

1848'de kabul edilen anayasa, erklerin çatışması durumunda yasal bir çözüme imkân tanımıyordu. Zira meclis orduyu emrinde bulunduran cumhurbaşkanını görevden almaya korkuyor, cumhurbaşkanı ise meclisi feshedip seçimleri yenileyemiyordu. Louis Napoléon Fransa'nın hâkimi olmuş, amcasının mirasını nihayet teslim almıştı. İktidarın ele geçirilmesini, tam bir yıl sonra, yine 2 Aralık günü imparatorluğun ilan edilmesi izleyecekti. Böylelikle Fransa'da ikinci imparatorluk dönemi başlamış oldu.

III. Napoléon olarak taç giyen Louis Bonaparte, büyük ölçüde köylülerin oylarıyla seçilmişti. Sınıf mücadeleleri açısından Bonaparte dönemi, Karl Marx'a göre sınıflar arasında ateşkesin zor yoluyla yönetildiği bir dönem olmuştu.[21] Proletarya ile burjuvazi arasında denge siyaseti izlenmiş, çıkarları çatışan bu iki sınıftan biri diğerine karşı her zaman kullanılmıştı.[22] Tarım arazilerinin küçültülmesi ve çiftçilerin borçlarının artması çiftçileri tarlalarını satmaya zorlamış ve kitleleri proleterleştirmişti. Artık satabileceği tek şeyi emekleri olan proleterleşmiş kitleler Fransa'da sanayiyi besleyecekti.

Ayrıca amcasının kurduğu Avrupa'daki Fransız hegemonyasına son veren Viyana düzenini yıkmak, Louis Napoléon'un en büyük hayallerinden biriydi. Bu düzeni yıkacaktı, ancak yıktığı düzenin altında kalan da kendisi olacaktı.

III. Napoléon'un iktidarı da, amcası I. Napoléon'unki gibi Prusya ordularının postalları altında son buldu. III. Napoléon Sedan'da esir alındı. 4 Eylül 1870'te, Napoléon'un esir düştüğünün haberi Paris'e ulaştında, 20 yıldır Napoléon'un gölgesindeki Paris, imparatorunun görevine son verdi ve yeniden cumhuriyeti ilan etti.

İmparatorun esir düşmesine rağmen savaş son bulmadı. Düzenli ordu da imparatorla birlikte mağlup olmuştu. Bu şartlar altında alelacele Paris temsilcilerinden oluşan bir ulusal savunma hükümeti ilan edildi. Artık savaş yalnızca askerler için değil, eli silah tutan herkes için başlamıştı.[23]

19 Eylül 1870'te Alman orduları Paris'i kuşatmaya aldı. Parisli işçiler silah altındaydı ve savaş sebebiyle şimdilik ortak düşman olan Almanlara karşı direnmekteydiler ancak savaş son bulur bulmaz kendi burjuva hükümetine de dişini gösterecekti. Şiddetli top atışlarıyla süren Paris kuşatması 28 Ocak'ta Paris'in teslim olmasıyla son buldu. Fakat Paris'in düşmesine rağmen Prusya orduları kente girmedi. Yalnızca iki Prusyalı asker Louvre'daki sanat eserlerini görebilmek için Paris'e girmişlerdi.[24] Barış anlaşmasına göre Fransa 5 milyar frank olan savaş tazminatını ödeyene kadar Alman orduları Paris'in kuzeyinde kalan Fransız topraklarını işgal edeceklerdi.

Savaş bitmişti ve Alman ordularının Paris kuşatmasını kaldırması üzerine Paris'te Almanlarla Fransızlar arasında esen soğuk rüzgârlar, yerini başka bir soğuk rüzgâra bırakmak üzere dinmişti. Artık soğuk rüzgârlar, proletarya ve burjuva hükümeti arasında esecekti.

Savaş bitmesine rağmen Parisli işçiler hâlâ silahları ellerinde tutmaktaydılar. Hükümet başkanı Adolphe Thiers, silahlı işçilerin neler yapabileceğini çok iyi bildiği için onları engellemek amacıyla girişimlerde bulundu. İşçilerin örgütlediği merkez komite ise silahları bırakmayı reddedip Prusyalılara karşı Paris'i işçilerin savunduğunu iddia ederek asıl yönetimin kendilerinde olması gerektiği fikrini yaymak üzere propagandaya başladılar.

Monarşist hükümet, cumhuriyetçi bir Paris ile karşı karşıyaydı ve Şubat 1848'deki gibi korkup sinmeyemeye de kararlıydı. Monarşist delegelerin doldurduğu parlamento, hükümetin Paris'te yönetimi kaybetmeye başlaması üzerine 10 Mart'ta yaptığı bir oylamayla parlamentoyu Versay Sarayı'na taşıdı. Komün'ün ilanı ise Prusyalılara karşı kullanılan top bataryalarının Paris'te mi yoksa Versay'da mı kalacağı sorunu üzerine gerçekleşti. Adolphe Thiers'ın bataryaları devralmak üzere 18 Mart'ta yaptığı plan, düzenli ordunun saf değiştirmesi üzerine başarısız oldu ve Adolphe Thiers, Versay'a elleri boş döndü. Bu başarıyı Paris'te de Komün bir bildiriyle ilan etti:

"Hâkim sınıfların (burjuvazinin) yenilgi ve ihanetleri arasında Paris proleterleri, kamu işlerinin yönetimini üzerlerine alarak durumu kurtarmak zamanının geldiğini anlamışlardır... Anlamışlardır ki zorunlu görevleri ve mutlak haktan, devlet iktidarını ele geçirerek kendilerini kaderlerinin efendisi kılmaktır."

Yeni kurulan bu proleter devlet, olağanüstü şartlara rağmen son derece demokratik bir yapı hâlinde ortaya çıkmıştı. Bu diktatörlük, tek bir kişinin diktatörlüğü değil; bir sınıfın, yani tüm proletaryanın diktatörlüğüydü: Proletarya içerisinde sonsuz bir demokrasi, diğer sınıfların üzerinde ise sonsuz bir diktatörlük.

Friedrich Engels, Fransa'da İç Savaş'ın 1891'deki baskısına yazdığı 'Giriş'te Paris Komünü için "Pekâlâ beyler, bu diktatörlüğün neye benzediğini bilmek ister misiniz? Paris Komünü'ne bakınız. Proletarya diktatörlüğü işte odur," der.

Kuzeyde Alman işgali, güneyde ise Versay hükümetinin işgali sürerken merkez komite, 26 Mart'ta yapılan adil bir seçimle iktidarı Komün yönetimine devretti. Lyon, Saint-Étienne, Marsilya ve Toulouse'da burjuva hükümetine karşı başlayan ayaklanmaların bastırılması üzerine Komün yönetimi, Versay hükümetine karşı tek başına kalmıştı. Paris Komünü 70 gün sürdürebildi.

28 Mayıs'ta Adolphe Thiers'i,n kuvvetleri Paris'e girip barikatları yıktı. "Kanlı Hafta/ La Semaine Sanglante" diye anılan günlerde Paris proletaryası müthiş bir katliama maruz kaldı. Çatışmaların yol açtığı kayıpların yanında, 30 saniye süren mahkemelerle işçiler idama gönderiliyordu. Kanlı haftada ve devam eden günlerde toplam 40.000 kişi öldürülmüştü. Eski başkentine dönen hükümet, burjuva cumhuriyetini yeniden ilan etti.

1830'dan 1871'e kadar geçen süre içerisinde ayaklanan halk aynı halktı. Fakat farklı sonuçların doğmasına sebep olan şey ise sınıf bilincinin zaman geçtikçe yerleşmiş olmasıydı. 1830'da devrim, iktidarı feodalizmden almıştı ancak bir çeşit burjuva monarşisi inşa etmişti. Burjuva monarşisinin kendilerine faydasının olmadığını, aksine zararlı olduğunu anladıkları an monarşiyi alaşağı etmişlerdi. Ancak monarşinin yerine cumhuriyet gelmiş, hükümetin biçimi değişse de niteliği hâlâ burjuva olarak kalmıştı. En nihayetinde bunun da kendisine zararlı olduğunu gören proletarya, Haziran 1848'de bu duruma ayaklanmıştı ve fena bir biçimde ezilmişti. Ezilen sınıflar, çareyi geçmişe damgasını vuran bir ismi, Bonaparte'ı iktidara çağırmakta bulmuşlardı. Ancak bu durum da sonsuza dek sürmeyecekti. Proletarya ve beraberindeki sınıflar ancak 1871'e geldiğimizde ne istediğinin bilincinde olarak diğer sınıfların karşısına dikilebilecekti.[25]

 

1830'LAR KESİTİ

 

1820-1890 kesitini devrimler (ve reaksiyoner karşı koyuşlar) Avrupası olarak nitelemek mümkündür.

1830 sürecinde, 1815 Viyana Kongresi'nde imzalanan Barış Sözleşmesi'ne rağmen halkın, monarşilerin baskılarına daha fazla dayanamamasından ötürü liberalizmden etkilenen ayaklanmalar damgasını vurdu.

1815'i takip eden 15 yılda Avrupa'da baskıcı bir monarşi sistemi egemen oldu. Bu sistem halkın üzerinde baskılarını arttırırken; en ufak bir demokratik atılım gerçekleştiremeyip; meşruti yönetimleri güçlendiriyordu ki, bu da baskıcı yönetime karşı ayaklanmaları devreye sokuyordu.

Özetle 1830, demokratik bir yönetim talebiyle ortaya çıkan ayaklanmaların ürünüydü. Söz konusu başkaldırılar Avrupa devletleri için farklı sonuçlar doğurmuştu. Kimileri mutlakiyetçi yönetimi sürdürürken, kimileri de kısmi demokratik düzenlemelere yönelse de; 1830 kesin olarak mutlakiyetçiliği bitirmiş değildi.

Bu bağlamda 1830 sadece bir başlangıçtı, Eric J. Hobsbawm'ın izahındaki üzere:

"1830 devrimleri son derece genel vahim bir dönemin, yaygın ekonomik ve toplumsal rahatsızlığın ve hızla değişen toplumsal koşulların ilk ürünleriydi. Bunu başlıca iki sonuç izledi. Birincisi; 1789 örneğine uygun olarak, kitlelerin siyasi yaşama girmesi ve kitle devrimi bir kez daha olanaklı hâle geldi, dolayısıyla yalnızca gizli kardeşlik cemiyetlerine bel bağlamak bir zorunluluk olmaktan çıktı. Ekonomik çöküntünün halkta yol açtığı rahatsızlık ile restorasyon monarşisinin politikalarının sonuçsuz kalmasının birlikte yarattığı tipik bir bunalım durumu yüzünden Paris'teki Bourbon'lar devrildi. Kitlelerin oldukça hareketli olduğu 1830 Temmuz'u Paris'i, ne öncesinde ne de sonrasında görülmedik sayıda ve yerde barikatlar kurulduğuna tanık oldu (gerçekten de 1830, barikatı halk ayaklanmasının simgesi hâline getirdi. Barikatın Paris'teki devrimci tarihi en azından 1588'e kadar uzanmakla birlikte, 1789-1794 arasında önemli bir rol oynamamıştı). İkinci sonuç; kapitalizmin ilerlemesiyle 'halk'ın ve 'çalışan yoksullar'ın -yani barikatları kuranların-, giderek 'işçi sınıfı' olarak endüstri proletaryasıyla özdeşleşmeleriydi. O nedenle, ortaya bir proleter-sosyalist devrimci hareket çıktı.

1830 devrimleri aynı zamanda solcu siyaset tarzına iki değişiklik daha soktu. Ilımlıları radikallerden ayırdı ve yeni bir uluslararası durum yarattı. Bunu yapmakla da hareketin yalnızca farklı toplumsal değil, ulusal kesimlere de ayrılmasına yardımcı oldu.

Uluslararası bakımdan 1830 devrimleri, Avrupa'yı iki büyük bölgeye ayırdı. Ren'in batısında birleşmiş reaksiyoner devletlerin nüfuzunu bütünüyle kırdı. Ilımlı liberalizm, Fransa, Belçika ve İngiltere'de zafer kazandı."[26]

Evet, Temmuz Devrimi Fransa'da 27 Temmuz 1830'da başlayıp, Bourbon hanedanının kesin olarak yıkılıp liberal bir monarşinin kurulması ile Restorasyon Dönemi'nin kapanmasına yol açan devrimdi; ancak Notre Dame Üniversitesi'nden siyaset bilimi profesörü Patrick J. Deneen'in işaret ettiği üzere:

"Eski aristokrasinin keyfi yönetimini devirmek için ortaya çıkan liberalizm, yeni seçkinlerin doğmasına neden oldu. Kendini işçi sınıfından tamamen yalıtan bu seçkinler, bugün yozlaşmış ve oligarşik bir düzene hükmediyor."[27]

Fransa'da başlayan devrim hareketi tüm Avrupa'ya yayıldı, bunun sonucunda kimi ülkeler amaçlarına ulaşmıştı. Belçika Hollanda'dan ayrıldı, İsveç ve Norveç de bağımsızlığını elde etti. İspanya, Almanya ve İtalya'daki isyanlar Avusturya tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.

26-29 Temmuz 1830 kesitinde gerçekleşen "İkinci Fransız Devrimi" olarak adlandırılan kopuş ile mali burjuvazi iktidarı eline geçirmiş oldu. Devrimin başını çeken, ancak 'Kutsal İttifak'ın müdahalesinden korkan burjuvazi bir cumhuriyet kurmak ve genel oy hakkını tanımak yerine, özgürlükle düzen, parlamentarizmle otorite arasında bir dengeyi tercih etti.

Karl Marx bu durumu şöyle ifade ediyordu: "Temmuz Devrimi'nden sonra, liberal bankacı Laffitte, suç ortağı Orléans Dükü'nü, büyük sevinç gösterileriyle belediye binasına götürürken şu sözleri ağzından kaçırdı: 'Şimdi, bankacıların hükümranlığı başlayacak.' Laffitte, devrimin sırrını açığa vurmuş oluyordu."[28]

Böylelikle Avrupa'da liberaller güç kazandı. Bunun sonunda İspanya'da ve Portekiz'de liberal anayasalar yürürlüğe kondu.

Belçika Hollanda'dan bağımsızlığını kazandı. Polonya'da Rusya ve Avusturya'nın bastırdığı milliyetçi ayaklanmalar boy verdi.

İtalya'da Avusturya'nın bastırdığı liberal ayaklanmalar patladı.

Almanya'da liberal ve devrimci hareketler gelişti. Ancak Metternich'in baskısıyla Prusya tarafından bastırıldılar.

İngiltere'de de Chartist hareket sahneye çıktı.

Buraya kadar değindiğimiz çaplı alt üst oluş gerçeğin ardında yatan dinamiklere gelince: Napoléon'un düşüşünü izleyen kesitte kapitalist ilişkiler Avrupa'nın birçok ülkesinde gelişmeye devam etti. İmalathanelerin sayılarının çoğaldığı, işçi kentlerinin yükseldiği görülüyordu, ama köylerde, köylülerin yoksullukları gittikçe koyulaşmaktaydı.

Örneğin İtalya ve İspanya'da, yığınların eskiden beri kötü olan yaşam koşulları; iktidarı tekrar ele geçiren soylu ve rahip sınıflarının ayrıcalıklarını yeniden işler duruma getirmeleri, devrim sırasında kapatılmış olan manastırları yeniden açmaları ve engizisyon mahkemelerini yeniden kurmaları ile acınacak duruma geldi.

Fransa'da, X. Charles (1824-1830), başa geçer geçmez, ihtilalde kaçan göçmen ailelere büyük tazminatlar verdi. Daha sonra dine karşı kiliselerde işlenen suçlar için ölüm cezasını kabul etti. Bununla yetinmeyerek, başta üniversiteler olmak üzere, daha aşağı derecedeki okulları dahil kilisenin denetimine soktu.

1815-1830 Restorasyon Dönemi'nde reaksiyonun örtüsü, ona karşı olan herkesi aynı ölçüde örttü ve bu örtünün altındaki karanlıkta Bonapartistlerle cumhuriyetçiler, ılımlılarla radikaller arasındaki farklılıkları ayırt etmek hemen hiç mümkün değildi. 1830'lara doğru Robert Owen'ci "kooperasyon"un himayesinde siyasette ve ideolojide bağımsız bir proleter eğilimi ortaya çıktı

Temmuz monarşisi döneminde iktidar; yüksek burjuvazinin yanısıra bankacıların, demiryolu işletmeciliğine yatırım yapan işadamlarının, demir ve kömür madeni sahiplerinin elindeydi. Bu gruba, çoğunluğu eski ulusal mülkleri elinde bulunduran toprak sahiplerinin bir kesimi de katılıyordu.

Bu kapsamda Avrupa'da 1830'lu yıllar bir yandan sanayi kapitalizminin büyük hamleler yaptığı, diğer yandan kitle hareketlerinin büyük bir önem kazandığı yıllardır. Lyon gibi sanayi şehirlerinde sömürünün ve sınıfsal çelişkilerin derinleşmesi, işçi sınıfının çeşitli bileşenlerinin (zanaatkârların ve sanayi işçilerinin) geniş çaplı gösteriler düzenlemesine yol açmıştır; dönemin işçi basını da işçilerin örgütlenmesi açısından önemli bir mecra teşkil etmiştir.

İşçi hareketleri 1830'larda salt iktisadi talepler ortaya koymamıştır; İngiltere'de seçim hakkı, Fransa'da ise cumhuriyet talebi işçi hareketlerinin en önemli mücadele başlıklarındandır. İşçilerin siyasi katılımını engelleyen mekanizmaların vergi esasına göre kısıtlanmış seçim sistemi gibi iktisadi-sınıfsal ölçütler üzerine oturması, mücadelenin siyasi ve iktisadi taleplerinin birbirinden ayrılmaz niteliğini kuvvetlendirmiştir. Buna ek olarak, 1830'lu yılların başındaki devrim dalgası, işçi kitlelerinin tarihin öznesi olabileceği yönündeki fikirleri canlandırmıştır.

Ütopyacı düşünce 1830'lu yıllarda önemini korumuştur; gerek Robert Owen ve Charles Fourier'nin hâlen hayatta olmaları, gerekse Saint-Simon'cu hareketin (ve bu hareketten kopan grupların) canlılığı, 1830 öncesi dönemin ütopyacı düşüncesiyle sürekliliği sağlamıştır. Ütopyacılık 1830'lu yıllarda işçi sınıfıyla bağlantısı sorunlu ya da marjinal nitelikte bir hareket değildi. İşçi basını ütopyacı basınla ve yazarlarla diyalog içindedir; Robert Owen gibi bazı yazarlar ise 1820'lerden itibaren işçilerle kurdukları bağlantıları sürdürmekte, doğrudan doğruya işçilerin yaşam koşullarını düzeltmek için çaba göstermektedirler. Bununla birlikte, kitle hareketleri, cumhuriyetçilik, sosyalist düşünce ve felsefi eleştirinin daha yoğun bağlarla bütünleşmesi için 1840'ları beklemek gerekmişti.

Tıpkı Neil Mcwilliam'ın işaret ettiği gibi, "Fransa da 1830-1850 arası döneme iki devrim damgasını vurur: Krallığa son veren 1830 Devrimi ve İkinci Cumhuriyet'in ilan edildiği 1848 Devrimi. Her iki devrimin de ilk anda başarıyla sonuçlanması, bu dönemde insanlığın kurtuluşuna ilişkin umutları canlandırır ve bir ütopyalar çağına yol açar. Saint-Simon ve Charles Fourier'nin 'sosyalist ütopya'larıyla Marx ve Engels'in komünizmi hep bu çağın eserleridir. Bu ütopyaların hedefi, hayatın sanat gibi, şiir gibi yaşandığı toplumlardır. Bu nedenle de, sanatçılara devrimci dönüşümlerin önderliği rolünü verirler. Sanatı ve sanatçıyı ilk kez bu ütopyalar, bir 'avangard' olarak tanımlarlar. Sanatı bir 'umut ilkesi', bir 'mutluluk vaadi' olarak görüp hayatla ve siyasetle kaynaştıran fikirler, ütopyalar çağında ortaya çıkar. XX. yüzyılda modernist estetiği, mimarlığı ve avangard hareketleri yönlendiren başlıca saikler de bu fikirler olacaktır. Tarihin sonunun ve sosyalizmin ölümünün ilan edildiği günümüzde, yeni mutluluk hayallerine belki de her zamankinden fazla ihtiyacımız var."[29]

  Bu yazı 7901 defa okunmuştur.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
PUAN DURUMU
Takım O G M B A Y P AV
1 Galatasaray 30 26 1 3 68 20 81 +48
2 Fenerbahçe 30 25 1 4 79 25 79 +54
3 Trabzonspor 30 15 11 4 51 40 49 +11
4 Beşiktaş 30 14 12 4 40 36 46 +4
5 Kasımpaşa 30 12 11 7 53 55 43 -2
6 Başakşehir FK 30 12 12 6 38 35 42 +3
7 Çaykur Rizespor 30 12 12 6 36 47 42 -11
8 Antalyaspor 30 10 9 11 35 33 41 +2
9 Adana Demirspor 30 9 9 12 46 39 39 +7
10 Alanyaspor 30 9 9 12 38 42 39 -4
11 Sivasspor 30 9 10 11 36 43 38 -7
12 Samsunspor 30 10 14 6 35 41 36 -6
13 Kayserispor 30 10 11 9 36 43 36 -7
14 MKE Ankaragücü 30 7 11 12 36 39 33 -3
15 Hatayspor 30 7 11 12 36 40 33 -4
16 Konyaspor 30 7 11 12 31 42 33 -11
17 Gaziantep FK 30 8 15 7 34 44 31 -10
18 Fatih Karagümrük 30 7 14 9 34 38 30 -4
19 Pendikspor 30 7 15 8 34 61 29 -27
20 İstanbulspor 30 3 20 7 22 55 13 -33
Takım O G M B A Y P AV
1 Eyüpspor 27 21 5 1 64 23 64 +41
2 Göztepe 27 17 5 5 45 15 56 +30
3 Sakaryaspor 27 13 6 8 41 28 47 +13
4 Çorum FK 27 13 8 6 44 28 45 +16
5 Kocaelispor 27 13 8 6 39 31 45 +8
6 Bodrumspor 27 12 7 8 35 19 44 +16
7 Boluspor 27 12 8 7 26 28 43 -2
8 Bandırmaspor 27 11 8 8 37 24 41 +13
9 Gençlerbirliği 27 10 7 10 31 26 40 +5
10 Erzurumspor FK 27 10 7 10 26 21 37 +5
11 Ümraniyespor 27 9 12 6 32 39 33 -7
12 Keçiörengücü 27 8 11 8 24 33 32 -9
13 Manisa FK 27 7 10 10 33 33 31 0
14 Şanlıurfaspor 27 6 12 9 23 30 27 -7
15 Tuzlaspor 27 7 14 6 26 43 27 -17
16 Adanaspor 27 8 16 3 21 40 27 -19
17 Altay 27 5 19 3 12 55 15 -43
18 Giresunspor 27 2 21 4 12 55 7 -43
Takım O G M B A Y P AV
1 Esenler Erokspor 30 21 5 4 67 26 67 +41
2 Bucaspor 1928 30 18 3 9 46 19 63 +27
3 Van Spor FK 30 19 5 6 50 31 63 +19
4 1461 Trabzon FK 30 16 6 8 56 32 56 +24
5 Yeni Mersin İdman Yurdu 30 15 6 9 42 25 54 +17
6 Ankaraspor 31 14 6 11 39 26 53 +13
7 Ankara Demirspor 30 13 12 5 35 32 44 +3
8 Karacabey Belediye Spor 31 11 10 10 32 29 43 +3
9 Beyoğlu Yeniçarşıspor 30 12 13 5 35 31 41 +4
10 Diyarbekir Spor 30 11 12 7 32 30 40 +2
11 Kırklarelispor 31 9 12 10 24 34 37 -10
12 Hes İlaç Afyonspor 30 8 11 11 18 28 35 -10
13 Nazilli Belediyespor 31 10 13 8 35 49 35 -14
14 Altınordu 30 8 12 10 34 31 34 +3
15 Serik Belediyespor 31 8 13 10 25 34 34 -9
16 Zonguldak Kömürspor 30 7 15 8 29 49 26 -20
17 Kırşehir Futbol SK 31 5 20 6 28 61 21 -33
18 Bursaspor 30 5 17 8 22 50 20 -28
19 Adıyaman FK 30 3 22 5 20 52 14 -32
Takım O G M B A Y P AV
1 Aliağa Futbol A.Ş. 24 17 0 7 50 12 58 +38
2 Kepezspor FAŞ 23 18 1 4 47 11 58 +36
3 52 Orduspor FK 24 12 7 5 30 22 41 +8
4 Ayvalıkgücü Belediyespor 23 11 6 6 28 19 39 +9
5 Edirnespor 23 11 8 4 37 22 37 +15
6 İnegöl Kafkas GK 23 9 6 8 24 23 35 +1
7 Mardin 1969 Spor 23 10 9 4 31 26 34 +5
8 K.Çekmece Sinopspor 24 9 9 6 33 25 33 +8
9 Artvin Hopaspor 23 8 8 7 30 22 31 +8
10 Karabük İdmanyurdu Spor 23 9 10 4 21 31 31 -10
11 Talasgücü Belediyespor 24 8 14 2 24 37 26 -13
12 Kırıkkalegücü FK 23 6 12 5 18 29 23 -11
13 Gümüşhanespor 24 4 11 9 18 37 21 -19
14 Malatya Arguvanspor 23 2 17 4 9 40 10 -31
15 Tarsus İdman Yurdu 23 2 18 3 16 60 9 -44
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 02/04/2024 İstanbulspor vs Çaykur Rizespor
 02/04/2024 Antalyaspor vs MKE Ankaragücü
 02/04/2024 Galatasaray vs Hatayspor
 02/04/2024 Gaziantep FK vs Alanyaspor
 03/04/2024 Sivasspor vs Fatih Karagümrük
 03/04/2024 Fenerbahçe vs Adana Demirspor
 03/04/2024 Kayserispor vs Kasımpaşa
 03/04/2024 Konyaspor vs Trabzonspor
 04/04/2024 Başakşehir FK vs Beşiktaş
 04/04/2024 Samsunspor vs Pendikspor
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 02/04/2024 Keçiörengücü vs Çorum FK
 02/04/2024 Şanlıurfaspor vs Sakaryaspor
 02/04/2024 Boluspor vs Gençlerbirliği
 02/04/2024 Manisa FK vs Bodrum FK
 03/04/2024 Tuzlaspor vs Ümraniyespor
 03/04/2024 Adanaspor vs Eyüpspor
 03/04/2024 Altay vs Bandırmaspor
 03/04/2024 Kocaelispor vs Göztepe
 04/04/2024 Erzurumspor FK vs Giresunspor
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 03/04/2024 Diyarbekir Spor vs Nazilli Belediyespor
 03/04/2024 Esenler Erokspor vs Beyoğlu Yeniçarşıspor
 03/04/2024 Hes İlaç Afyonspor vs Altınordu
 03/04/2024 Kırklarelispor vs Bucaspor 1928
 03/04/2024 Kırşehir Futbol SK vs Adıyaman FK
 03/04/2024 Van Spor FK vs Ankaraspor
 03/04/2024 Yeni Mersin İdman Yurdu vs Karacabey Belediye Spor
 03/04/2024 Zonguldak Kömürspor vs Bursaspor
 03/04/2024 1461 Trabzon FK vs Ankara Demirspor
 03/04/2024 Kırklarelispor - Bucaspor 1928 Kırklarelispor ligde evindeki son 5 maçında hiç kaybetmedi  Kırklarelispor yenilmez
 03/04/2024 Diyarbekir Spor - Nazilli Belediyespor Diyarbekir Spor ligdeki son 5 maçında hiç kazanamadı  Nazilli Belediyespor yenilmez
 03/04/2024 Van Spor FK - Ankaraspor Van Spor FK ligde evindeki son 7 maçını kazandı  Van Spor FK kazanır
Tarih Ev Sahibi Sonuç Konuk Takım
 03/04/2024 Artvin Hopaspor vs Edirnespor
 03/04/2024 Ayvalıkgücü Belediyespor vs Gümüşhanespor
 03/04/2024 K.Çekmece Sinopspor vs İnegöl Kafkas GK
 03/04/2024 Malatya Arguvanspor vs Kepezspor FAŞ
 03/04/2024 Mardin 1969 Spor vs Aliağa Futbol A.Ş.
 03/04/2024 Tarsus İdman Yurdu vs Kırıkkalegücü FK
 03/04/2024 52 Orduspor FK vs Karabük İdmanyurdu Spor
 03/04/2024 52 Orduspor FK - Karabük İdmanyurdu Spor 52 Orduspor FK ligde evindeki son 5 maçını kazandı  52 Orduspor FK kazanır
 03/04/2024 Tarsus İdman Yurdu - Kırıkkalegücü FK Kırıkkalegücü FK ligde deplasmandaki son 8 maçında hiç kazanamadı  Tarsus İdman Yurdu yenilmez
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ
Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
ŞANS OYUNLARI
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI