Yaşamımızı sonsuz bir şimdiki zamana sıkıştıran neoliberalizm, sosyal ve ekonomik şartlarımız her ne kadar gerilesede, bizlere hızlanmanın egemen olduğu ve daima değişimi şart koşan bir hayat tarzı sunmaktadır. Neoliberalist sistem tarafından bizlere sunulan bu yaşam şekli; bunalımlarımız, nesnelere yabancılaşmamız ve çoğunlukla intiharlarımızla neticelenmektedir. Neoliberal düzenin motor gücü olan serbest piyasa düzeninde, toplumsal ilişkilerimiz özelleştirilmiş yeni bir toplumsal formasyonla yaşamımızda kurumsallaşmaktadır. 1980'lerden itibaren dünya kapitalizminin hakim sistemi olan neoliberalizm, salt ekonomik değil, siyasal, toplumsal ve bireysel boyutlarla inşa edilen bir toplum mühendisliğinin yönetim biçimi oldu. Her şey neoliberalizmin tabiatına göre şekillenip, dönüştürülürken, özne de neoliberalizmin 'modern eko-öznesi' olarak belirlendi. Neoliberalizmin yeni öznesi sınırsız bir tüketici insan modeline dönüştürülürken, bireyi idare eden siyaset de sınırsız birey sömürüsünü geliştirmek için neoliberalizmle yeni bir felsefi boyut kazandı. Bireyin toplumla karakter kazanması, koşullu olarak neoliberalizmin
yeni bir toplum modeli yaratmasınıda beraberinde doğurdu. Devletli toplumlar olarak neoliberal politikalarla farklı bir aşamaya ulaşan toplumun, ait olduğu devlet içinde neoliberalizmle, sadece üreten bir birey olmaktan çıkması, bireyi tüketici özelliğiyle özneleştirdi. Bu nedenle bireyin özgürlüğü, tüketiciliğiyle orantılandı. Böylelikle, bireyin tükettiği oranda sistem içinde var olması, bireye memnun olmadığı devlet politikaları karşısında, sadece homurdanma özgürlüğü vermiştir. Siyasetin ve iktidar politikalarınında neoliberalist birey modeline göre şekillenmesi, siyasetçilere ve iktidara sadece sunma sorumluluğu yüklemiştir. Bireyin ve toplumun arzu ve ihtiyaçlarını bu şekilde tatmin etmeye çalışan politikanın ve politikacıların, birey ve toplumla çatışması bu nedenle kaçınılmaz olmaktadır. Bu sistemle gelişen neoliberal iktidar politikalarının birey ve topluma çok yönlü saldırıları; bireyin ve toplumun arzularını, düşüncelerini, davranışlarını ve yaşam tarzlarını belirlemiştir. Neoliberal sistemin daha incelikli sömürü tarzı olan, makro ve mikro ölçekli hegemonya tarzı, yaşamın tüm alanlarında bireyin toplumsallaşmamasını hedeflemektedir. Bu amaçla bireyin sömürünün nesnesi hâline gelmesi, bireyi neoliberal gösteri
dünyasında daha görünür kılıp, bireyin olması gereken varlığını gizleyerek; bireyin yaşamda devrimci özneleşmesini engellemektedir. Bireyin toplumsal yaşamda görev ve sorumlulukları konusunda ne olması gerektiğini hatırlatan bu gerçekliğin alternatifsizliği karşısında, neoliberal sistemde bireyin burjuvazi ideolojilerini bir kader olarak, değiştirilemez kanunlar şeklinde kabullenmesi zorunlu olmaktadır. Böylelikle bireyin tarihe müdahale edememesi sadece tarihin seyrine ayak uydurması, neoliberal düzenin bir yaptırımıdır. Bireyin tarihteki rolünü imkânsızlaştıran ve bireyi yapabilecekleri konusunda sadece bireysel eylemlerle sınırlandıran neoliberalizm, aynı zamanda toplumsal insanın oluşmasında olabilecek tüm koşulları ortadan kaldıran bir ideolojidir. Toplumsal insanın oluşmasına engel olan neoliberal sistem, bireysel yaşamı politize eden siyasetin, her taraftan toplumsal yaşamın kaotik bir zaman dilimi içinde ilerlemesine neden olmaktadır. Neoliberal sistem akışı içinde ilerleyen zamanda, faşizmin daha etkin olması, iktidar ve sermayenin birbirlerini besleyerek faşist sistemi restore etmesidir. Anti-demokratik ve sömürü sisteminin kimi yerlerini yamayarak, kimi yerlerinide törpüleyerek reforme eden neoliberalizm,
bireylerin özgün kişiliklerinin yaratıcılığını sönümlendirerek ve bireyleri arabesk kültürün içinde eriterek, arabesk toplumun gelişmesine neden olmaktadır. Bunun yanında bireylerde kısmende olsa gelişebilecek devrimci karakterler, neoliberalizmin ütopik duyguları sempatileştiren özelliğiyle romantizme yenilmekte ve bireylerdeki devrimci kıvılcımın anlamı sloganlaşarak, bireyleri anlık reflekslere mahkûm etmektedir. Bireysel ruh hâlinin tam da bu dönüm noktasında oluşabilecek olgun birey karakteri, bu yüzden neoliberal sisteme yenik düşen bireysel yenilginin ve onun nezdinde toplumsal yenilgininde momentini ayarlamaktadır. Modern toplumsal yapının sürdürülebilir projesi olan neoliberalizmin, sınıfsal hakikati inkâr edildiği müddetçe, devletin hiçbir alternatifinin sisteme çözüm olamayacağı oldukça nettir. Doğanın, üretimin ve emeğin ucuzlatılmasını sağlayan neoliberalizmin "toplum yoktur" düşüncesini, bireyin varlığı için savunması; neoliberalizmin toplumun yaratımı olan bireyi, kendi sistemi içinde nasıl hiçleştirdiğini modern kapitalist sistemde hem yaşamaktayız hem de gözlemlemekteyiz. Sermayenin; doğanın, üretimin ve emeğin gaspıyla artırıldığı neoliberal düzende rekabetçi yaşam
pratiklerinin bireyde ve toplumda içselleştirilmesi, daha çok merkezi egemen devlet yönetiminin birey ve toplum üzerindeki hakimiyeti demektir. Toplumsal doğaya aykırı olan egemen devlet, toplumsal gelişimin politik ahlakını yozlaştıran etkili bir iktidar dayatmasıdır. Bireyin insanlaşmaya (toplumsallaşmaya) başlayacağı yerden, insanı çürütmeye başlayan neoliberalizm sistemi, bireyin bilincini her türlü yönlendirmeye karşı esnek tutan tutarsız bir varoluş şeklidir. Toplumsal kolektivizmi dağıtma, muhalefetin siyasi iradesini etkisizleştirme ve yönlendirilebilen bireyi üretme konusunda oldukça etkin bir gücü olan neoliberalizm, küresel çapta birey ve toplumu iradesizleştirmektedir. Bu nedenle bireysel ve toplumsal gücü yalnızca kendi kalıcılığı için kullanan neoliberalizm, bireye ve topluma kendi yasalarını bir hakikat olarak benimsetmektedir. Neoliberalizmin yasalarını bir yaşam standardı olarak benimseyen birey ve toplumun serbest piyasa yönetimi içerisinde disipline olması, bireyi ve toplumu yaşam bakımından sadece biyolojik varlık olarak konumlandırmaktadır. Üreten ve hayata devamlılık sağlayan birey ve toplumun bu yüzden metalaşarak, neoliberal sistemi ayakta tutan sistem ve iktidar için
sadece bir araç niteliği olması, neoliberal düzenin hakimiyeti için gereklidir. Böylece metalaşan birey ve toplumun, modern yüzyılımızda bütün yaşam tecrübesi, sınırsız tüketim ve içinden çıkılamaz sosyal krizler olmakla birlikte, insanlığın gidişatıda kendisine ve doğaya yabancılaşmakla yol almaktadır.
Heybet Akdoğan